ˢᵉᵈᵃ ᴾᴱᴷᴳÖᶻ
İnsan, doğası gereği tanıdık olanı arar. Güven veren sesler, benzer düşünceler, alışılmış kokular—bunlar bize bir sığınak sunar. Ama ya bu sığınak, bir süre sonra bizi tekdüzeliğe mahkûm eden bir kafese dönüşürse? Kendi sesimizin yankısını duymaktan hoşnut olmak, farklılıkları dışlamak, insanı ve toplumu nereye kadar götürebilir?
Konforun Bedeli
Sosyal medya çağında, insanlar giderek daha fazla kendilerine benzeyenlerle öbekleniyor. X gibi kaotik ama çok sesli platformlardan ayrılıp, Bluesky gibi daha "kontrollü" alanlara geçenler, ortak bir amaç etrafında toplanıyor. İlk bakışta bu, bir dayanışma gibi görünebilir. Ancak herkes aynı şeyi söylediğinde, o alan bir yankı odasına dönüşüyor. "Her şeyden haberim oluyordu, şimdi ne yapacağız?" diye soran birinin çaresizliği, bu odanın sınırlarını açıkça ortaya koyuyor. Farklı sesler sustuğunda, bilgi de, merak da, gelişim de köreliyor.
Bu tercih, bireyi bir konfor balonuna hapseder. Kendi fikirlerinin sürekli onaylandığı bir dünyada yaşamak, kısa vadede huzur verse de, uzun vadede insanı tek boyutlu bir varlığa indirger. Farklılıklar—o rahatsız edici sesler, renkler, kokular—bizi zorlar, büyütür. Onlardan kaçtığımızda, sadece "güven içinde kokuşmaya" mahkûm oluruz.
Toplumun Kırılganlığı
Toplumsal düzeyde ise bu öbekleşme, kutuplaşmayı derinleştirir. Kendine benzemeyeni "öteki" ilan eden gruplar, iletişim köprülerini yıkar. Tarih, bu tür ayrışmaların nelere yol açtığını defalarca göstermiştir: Çatışma, yalnızlaşma, çöküş. Oysa farklılıkların bir arada var olduğu toplumlar, yaratıcılık ve dayanıklılıkta hep önde olmuştur. Peki, bir mücadele için birleştiğini iddia edenler, neden sadece kendi korolarını dinlemeyi tercih eder? Eğer amaç bir değişim yaratmaksa, senin gibi düşünmeyeni anlamak, hatta yanına çekmek değil midir asıl mesele? Aksi halde, bu bir mücadele değil, kendi kendini tatmin eden bir ritüeldir.
Sıkıntının Kaçınılmazlığı
Yankı odalarının ömrü uzun değildir. İnsan, bir süre sonra aynı nakaratın tekrarından sıkılır. "Ya Ya Ya Şa Şa Şa" diye tezahürat yapan bir koro, başlangıçta coşku verse de, fark edilmemek, birey olarak kaybolmak, eninde sonunda bıkkınlık getirir. Bu tür platformlarda ya da gruplarda, organizatörler—çıkarları için sahneyi ayakta tutmaya çalışanlar—daha uzun direnebilir. Ama geri kalanlar, saçmalığın ağırlığını fark ettikçe kopar. Bir iki hafta, belki biraz daha fazla; ama insan doğası, o tekdüzeliğe sonsuza dek katlanamaz.
Çıkış Var mı?
Asıl soru şu: Bu döngüden çıkmak mümkün mü? Evet, ama durumun vehametini görmek gerekiyor. Birisi çıkıp "Bu neyin kafası?" diye sorduğunda, ya da bir "güzel soru" ile o monotonluğu dürttüğünde, bir kıvılcım çakabilir. Farklılıkları merak etmek, bilinmeyene bir adım atmak, o yankı odasından çıkmanın anahtarıdır. Cesaret ister, evet; çünkü konforu bırakmak her zaman sarsıcıdır. Ama insan, adaptasyon ustasıdır. O ilk adımı attığında, durgun sularda kokuşmak yerine, temiz havayı seçebilir.
Sonuç olarak, kendi sesimizin yankısını dinlemek bizi bir yere kadar götürür: Yalnızlığın, tekdüzeliğin ve saçmalığın sınırına. Oradan sonrası, ya o sınırı aşıp farklılıklara kucak açmakla, ya da güven içinde kokuşmaya devam etmekle geçer. Tercih, her zaman olduğu gibi, bizim elimizde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder